9 Kasım 2012 Cuma

İnsan


İnsan

Medeniyeti yaratan, özgür ve özgün olan kendini var edebilen varlık; kendi özgünlüğüne nasıl bu kadar düşman olabiliyor ?
Kendini baştan var etmek varken insanlığın kalan son damlalarını da tutumsuzca tüketiyor. Ruhunu sindiriyor; zihnini öldürüyor. Monotonlaşıyor monotonlaştırıyor.
İnsanlığın değerini yok ediyor.
Üstelik insanlığı, uygarlığı alaşağı eden bu canavarın yaratıcısı insanın yine kendisi. Kendi acizliğini örtmeye çalıştığı bu oluşum, kıyamet sayacı gibi insanlığın son yıllarını büyük bir zevkle sayarken insanları kendisine daha da çok bağlıyor.
Bu canavar toplumun ta kendisi.

Evet toplum…
Belirli inançlarla, belirli düşüncelerle, belirli fikirlerle hatta ve hatta belirli hayallerle sürdürdüğümüz sosyal hayatımızın olağan insan hiyerarşisi içinde gerçekleşen faaliyetlerin bütünüdür toplum. Gayet sıradan, her gün gerekli yerlerimizi aldığımız gerekli bir biçimde davrandığımız naturalist bir oyun gibi görünür. Lakin öyle değildir. İnsani faaliyetleri nitelerken kullandığım kelimelerin bilmem farkında mısınız? Belirli, gerekli, olağan. Soyut bir diktatörün muhalafet yoksunu hayallerinde yankılanan sözcükler değil midir bunlar ? Aslında baskıcı bir otoritenin sessiz çığlıklarıdır. Her şeyin denetlendiği, herkesin gözetlendiği, varlıkların “sakıncalı” ve “sakıncasız” olarak ikiye ayrıldığı bir dünyanın izleridir.
Toplum; kendince kurallar koyan, fanatik toplayan, propaganda yapan bir dikta rejimidir aslında. Başka bir ses, farklı bir renk istemez. Özgürlüğün hayali bile sakıncalıdır. Çünkü toplum bizi birey olma bilincinden, yaratıcılıktan, özgürlükten ve farklılıklardan korur(!) Onun sisteminde yer aldığımız sürece bize statü, sosyal yaşam hatta şeref ve namus vaat eder. Tek isteği ise koşulsuz itaattir. Doğrular, yanlışlar, gerçekler, yalanlar, ayıplar ve günahlar toplumundur. Ve “adil” yargılamasını, yargılanmanın türüne, yargılanana hatta yargılanma anına göre bile değişebilen bu kavramlara göre yapar. İnsafsızca yargılar ve “vicdan”ları rahatlatır. İnsanların tek vücut olmasını ister. Tabii bu vücutta beyin ve kalp olabildiği sürece.  Ancak insanların gözleri dağlanmış, kulakları tıkanmış ve dilleri kesilmiştir. Böylece insanlar toplumdaki yerlerini yavaş yavaş alırlar.

Toplum propaganda yapıyor.
Evet! Bütün bu insafsızlığına rağmen kendine fanatik bulabiliyor. Hatta ve hatta “birlikten kuvvet doğar” gibi çağlar öncesinden kalma propagandalaşmış vecizeler ile insanlar toplumlaşma, toplumsallaşma gibi konularda emin adımlarla ilerliyor. Yoksa sürükleniyor mu denilmeli?
Toplumun düşünce sistemi insanın acizliğinin en büyük kanıtı olarak gösterilebilir ancak. İnsan korkuları uğruna özgürlüğünü, iradesini, mantığını kısaca insanlığını kendi elleriyle teslim edebiliyor. İnsan, oplum içerisinde var oldukça, rol aldıkça birey kimliğini, kişiliğini yani kendini yitiriyor. Özbenliğini siliyor. Toplum, kişiyi olabildiğince benzerleştirmekle kalmıyor; kişinin karşısına birtakım kaidelerle çıkarak onu en temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakıyor. İnsan kendini var edemiyor. Ancak toplumun izin verdiği ölçüde toplum tarafından yaratılıyor.

Bu antihümanist yaratıma sanatsal açıdan bakacak olursak, insanlığı bir tuvale benzetebiliriz. Bu tuval insan tarihinin en karanlık sahalarından en uzak geleceğine kadar uzanıyor. İnsanların farklılıklarıyla, bireylikleriyle renklenebilen bu tuval,bu sanat eseri, toplum tarafından mahvediliyor. Sapkınca bir sanat anlayışı, hastalıklı bir göz ve titreyen ellerle tek bir renge boyanıyor.Toplum insanın içindeki sanatı öldürüyor. Öldürmek ile kalmıyor insanı renklere bile düşman ediyor. Uzanabildiği her yere, tuvalin her köşesinde renkleri solduruyor; tuvali kirletiyor. Tuvalse bir canlıymışçasına  acı çekiyor ve yavaş yavaş ölüyor.

Öte yandan insan kendi yarattığı bu canavara büyük bir keyif ile hizmet ediyor. Kendini makineleştiriyor. Milyonlarca vücutta oluşan beyinsiz bir organizma haline getiriyor. İnsanlar düşünceleri ile yarattıkları bu sistemi düşünceleri ile yıkıp kendilerini özgür bırakabilecekleri yerde statü, para, politika, din, kültür gibi zincirler ile topluma bağlıyorlar.

Oysa insan bütün bunlara rağmen, acizliğine ve korkaklığına rağmen kendini taşıyabilecek kadar güçlü bir varlıktır. Doğası yoktur bir kere, varlığını ortaya koyar, özünü kendi yaratır, var eder kendini, değiştirir, geliştirir. Kendi tarihinin ve insanlık tarihinin öznesidir. Anarşisttir. Kendi benliğinden yalnızca kendisi sorumludur. Kendine mahkumdur. Kendi dışında otorite istemez, kabul etmez. Kayıtsızca yıkmak ister. Devrimcidir. Yıktıklarını yeniden var eder.

Esareti bulduğu gibi isyanı da keşfedebilmiştir.

Toplum bütün insanlığı işleyemez, birey yaratamaz tam olarak. Ancak insan toplumu değiştirebilir ya da tümden yok edip yerine insanlığın, insancılığın erdemini getirebilir.

İnsan yaratılışı nedeniyle "aykırı olan"dan kurtulmalı ve kendini yepyeni bir insanlık anlayışıyla

VAR ETMELİDİR!





Berat Dövücü
10.10.2012




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder